29 Temmuz 2012 Pazar

Mart 1999 ve Ben

"Delirmiscesine yaziyor, kitliktan cikmis gibi saldiriyorsam kelimelere- cik cik eder bir diger Isil yanimda- akil kari degil bu isler- ki basima buyruk- talihli bir kusum ben- sadece kendi kafasina pisleyen.

Deliliğin istem dışı değil, bazen de yaratılan bir zorunluluk olduğunu sinirli bir şekilde keşfetmem on beş, on altı yaşlarıma denk gelir. Çoğu genç gibi günü metanetle, ümitsizliğimle başbaşa sigara tüttürerek geçirirdim. Ağzı açık uyuyan  bir canavar,; soğuk gecelerde yuttuğum dünyaların düşlemlerin haddi hesabı yoktu. Aforoz edilmeyi arzulardım içten içe. Okuduğum kitaplarda yaşardım; ne yazık ki bir idolüm, örnek aldığım kişiler, özendiğim müzisyenler ve yazarlar yoktu. Saldırgan, mücadeleci ve arsızdım. Bir insana kayıtsız şartsız bağlıydım. Sait Faik Abasıyanık.

Suçlu olmaya yatkındım, gizli bir şiddetin içinde savrulup var olacaktım. En sıradanından ve gündeliğinden- küçük kötülükler. Olmazsa olmazları hayatın. Yaranmak istediklerim  adi, soysuz, haysiyetsiz dediğimiz kesime dahildi. Bu isteklerimle hayatım hep çarpışırdı. Bir hırsız ya da yan kesici olamadığıma yanar, terbiyesiz imgelemlerle beynim ateşlenir, alev alır, rahatım bozulurdu.

Şımarıklık entelektüel bir algıydı. Böylesi ucuz aşkların müziğinden yalazlanırdı tüm duyularım. Çaresizlikle harmalanmış bir kibirle delirmeyi isterdim.Çal-gıların  suçuma eşlik ettiği bir tapınakta kurban edilmeli, yok olmalıydım.

Sait Faik'e hayrandım, tinselliğine ve insancıllığına. Her gün okur, başka Türk yazarı tanımazdım üzerine. Suç üzeri yakalardım onu.  Az Şekerli hikayesindeki uzaktan izlediği kadınlar, görmeden sevdiği insanlar, taşa toprağa sinen sevgisi tüm kederimi ve terbiye edilmemiş deliliğimi yatıştırırdı. 

Tutkulu çocuk Sait Faik, içinde yaşadıklarıyla platonik bir dünyanın, hayali arkadaşların, belleksiz yanılsamların anlatıcısıydı. Gerçeği dolaylı yansıtırdı, başkalarının üzerinden ve onların yanından geçerken.. Mevsimler arasında dolaşır, bahar ve güz meltemlerinin esintisiyle sesi uzaklardan iç geçirirdi.

Kötücül yazılarımdan utanır, kendimi onun gibi olgun olamadığım için sorgulardım. Kendimle karşılaşma, soruşturma Sait Faik'in bir armağanıydı bana. Benzemenin mümkün olmadığını bilir,  içimdeki ahlak sınırlarını zorlayan heyecanımı dizginlemenin yollarını arardım.  Bencil, ödün vermez budalalığımı fark etmemi sağlayan ilk yazardın sen Sait Faik!

Silsile

Uyurgezer-
beyin tortusu-

  
 Ecinniler

ikircikli bir kadincik 
 Kararsizliga gebe 
  saatin tik tak etmesi 
ve
Kesmekes...


- aci bir surup icip
Kıvran!
 -tiktak- tiktak- 
TİKTAK-
kos kos kucucuk ayaklarinla- derdi aninam


yampiri yampiri tek boyutlu bir dunyaya adim atmak istersen
- dusersin iste boyle- 
yamyassi- 
Düpedüz mantigin icinden
 suzemedigim... 
  Karar Ani.

24 Temmuz 2012 Salı

Bilgi korkusu ve olum kokusu-

Agatha Christie'nin "Olumun Sicak Eli" romanina gozum kaydi gecen gun. Coook eskiden okumus ve sevmistim. Belki de en umulmadik sekilde sonlanmayi basarmis mukemmel bir roman. Hain bir gulusu andiriyor, corekleniyor uzerimize, agir ilerliyor, sogukkanli ve de temkinli. Olmek de ne zormus dedirten nadir kitaplardan...Yavasligi ile delirtiyor beni okurken, her kelimenin anlaminin uzerinde durmak da sart, ama cok da takilirsaniz isin icinden cikamaz, belki de detaylarin icinde bogulup gidersiniz. Yaniltici tuyolarla bezenmis bir ustadin eseri ile goz goze, olaylar karmasiklastikca sere serpe oturdugunuz koltugunuzda kitabinizla kucak kucaga nefes nefesesiniz...

Ruhum da icime sigmiyor sanki bugunlerde, biraksalar cikip gidecek. Belki de olum denen sey ruhun da bizi terk etmesi. Nerelere gider, baska ruhlara mi karisir, bir nesnenin icine hapsolunca mi yeniden dirilir? Kendi ruhumun izini suren bir hafiye romani yazmak ne de heyecan verici olurdu-dusuncelerde, duslemlerdeyim.

Hickirigi tutmus bir sair, kelimelerin suyunu cikartmis bir denemeler yazari, melodramatik bir anlati ustasi. Oyku ve oykunme-kolik olmamak isten degil. Tehlikeyle savasan bilgi ve cazibeli riskin- her bir duyumuzun irkilerek uyandigi- Iste o korku... 
Hic-in kokusunu alabiliyorum diyebilecek denli vahsi, gudubet bir canavarin curuk dislerinin kovuklarinda sekerleme yapmaya benziyor- Agatha- kelimeleri pek zekice derliyor.


 Tatli, yasli bir kadinin canavarca azan hayal gucu. 


Akilli uslu islerde calisanlarin harci degil-hayal kurgulamak, gercege uyarlamak.Hayati anlam tasiyan bir azimle, ertesi gun olecekmiscesine yazan bir kisilik... 

Kelimelerin ruhunu hatirlayarak

Yazi yazmayi, okumayi seven bir avuc cocuktuk orta okulda. Hala da severiz, gordugum kadariyla hic birimiz vazgecmedik ifadeci tavrimizdan. Zeynep de iste o arkadaslardan biri, dusunmeyi is edinmis dostlardan. Felsefe dedigimiz su girdapta korkusuzca gezinmekte. Umutsuz ve karamsar, cesur ve de gururlu... Bilmese de bilmesine ramak kalmis, tum dunyanin sorulari ayaklarinin altinda. Bense sig sularda kucuk baliklar avliyorum, bazen takiliyorlar aklima, dusunmeden yaziyorum, sonrasinda dusunuyorum...

 Olumsuz olmanin kurali bu olmali diyorum Zeynep'i dinlerken:" Kendi kendinle karsilas ve vurus!" Beyhude demeyin, dusunen bireyler diger dusunen bireylerin planli ve duzenli olarak kustuklarini hazmedebilmek,kendi bunyelerine alabilmek icin kim bilir ne acilar cekmekte? Gulup de sakin gecmeyin, ulkemizde kac kisi dusunceyi ve dusunmeyi is edinir? Acinin zevkiyle yogrulmak sadece arabeskcilere ozgu bir olgu olarak kabul edilir oysa ulkemizde. Aci cekilmez, belki de dillendirilir sarkilarla. Hayalperest asklarin, ulasilamayan idealize edilen hayatlarin buruk tadini aliriz. Dusun-selligin acisi ise bambaskadir, bedensel ve duygusal cogu aciyi kapsar, icine alir. Bir virus gibi beyninize yayilir bu dusunceler salisenin milyonda biri gibi kucuk bir zaman diliminde.

 Bu gun yine dertlesiyorduk, bana icimi sicacik yapan sonra buz kesmesini saglayan "o" cumleyi soyledi. "Heidegger gibi, kelimelerin ruhunu hatirlayarak, hatirlatarak yaziyorsun".

 Sevgili Zeynep,

 Ici bosalmislikla, ici bosaltilan seylerle hayatimiz geciyor surekli. Sen dusuncenin girdabinda kayboldugunu hissettiginde, bense o dusuncelerden kacmakla mesgulum. Nasil bir yaristir bu, nereye goturur bizi, cozemedim gitti. Sen okuyor ve dusunuyorsun, bense o dusuncelerden kurtulmak icin yaziyorum. Ne kadar farkliyiz diyemeyecegim, aslinda ayni seyi yapiyoruz. Kendi yorungemde cakilip kalmis, degisime bas kaldiran, ozu kati biriyim ben. Bir sey ugruna kendimi feda etmekten cekinmezdim ama, haklisin. Seylerin icinde, kelimelerin icinde, masanin, agacin, topragin, denizin icinde neler var oyle cok bilmek isterdim ki. Hissettigim kadarini biliyor, ve de bildigim otesinde hissettigimi ise sadece dusluyorum. Benim duslerime ortak olan insanlar ise hayatimin gizil itici gucleri. Kimsesizlerin ulkesinde bir basima dahi kalsam, insanlar icin yazdigimi yadsiyamam. Kelimelerin icinden sizlere dogru uzanan bir yol haritam var, her seferinde hazine bulmuscasina donemeclerde duruyor ve etrafima goz gezdiriyorum. Dusunuyor muyum pek bilemiyorum. Kendi oteme, kendimden ileriye dogru yol alirken, kimi kez ardima bakmadan kacarken belki de senin su dusunen adamlarina sans eseri yaklastigim oluyordur. Ruhumu oksadin sozlerinle, icimi bir hos ettin...

 Sen neredesin, neler yapiyorsun? Neler goruyor, neler hissediyorsun; benim asil derdim bu ya... Suursuzca kendi ic sesimi dinlerken bana ince ve dusunceli yakistirmalarda bulunan arkadasim. Diyorum, gel de biz okurken yasayalim. Yasarken de yazalim...

Sevgim icinde biliyorsun, kelimelerin ozunde...

Isil

18 yasimin asklari


Sevmiyorum oylesineligi. Bir seyin ozune inebilirim, ozunun icindeki esansi, kokuyu icime cekebilirim diyorum. Sevmiyorum oylesine. Kuskucu, irdeleyici, ve bulunmazi arayan biriyim. Seviyorum keskin bir cizgi cekercesine, ya da daireler ciziyorum kendi etrafimda baska birine dogru gozumu kaydirmadan once. Kendimden once ve kendimden sonra diyorum. Niye mi ben boyle olmak istiyorum? Hep aradigim kisi o da- mirildaninca elestiriliyorum.
 Boylesine bir ben, oylesine bir sen; soylence ve soylentinin dunyasinda -arada kalmis- kistirilmis bir oz-gu-luk. Ben-ce sence-lerin arasinda bir kim-lik. Fiilleri de atamiyorum, baglaclari da. Zaman akip gitmez yok-sa. 

Kim-ce-lemeler, nereye kadar? Ufuksuz dus-un-ce-lemeler.   Bir mercekten dunyayi alip izlesem, evirip cevirsem tostoparlak minik kure. Gulucuk gibi elime dogsa, belirse gozumun onunde tum ciplakligiyla.

ic gecirme, serzenis, kelimeler sendeler...

Tek Bir Gun- Cocukluk guncelerimden kesitler (13 Mart 2001)

Gunlerin bir/bir-inin ardi sira kendiliginden gecip gittigini, gecelerinse pespese bir/bir-ini kovaladigini ve kovalandigini dusunurdum cocukken. Zitliklarin birbirini cektigini ama birbirinin icinde ozumsenemediklerini sanki bilirdim- Kisiligimin kendini belli ettigi bir anda ise iste yaziverdim.O sinirda kaybolmak istedim. Yedi yasimda ilk kez, kendi kelimelerimin zifiri karanligi icinde buluverdim kendimi. Uyanana dek kovalayacak, hem de kovalanacaktim. Uyumadigimda sabahlar olmayacak, gunes belki de hic bir zaman dogmayacakti. Tum ictenligimle koymustum kendimi ortaya; belki de bu yuzden kendi kendimden cekindigim, urktugum anlar sayisizdi. Hep gece olurdu, gun ise farkinda olmaksizin yitip giderdi. Sozler olasiydi, disaridaki sessizlik ve karanliksa mutlak...Oyle anlar olurdu, yasamak istemezdim. Cok genc ve kucuk olmam bu gercegi degistirmezdi. Olumcul bir merakti belki de benimkisi.

 Perde kivrimlarinin icinde yasayan korkunc varliklardan korktukca el fenerimle yorganin altinda yazardim. "Densiz, patavatsiz, delirmeye yuz tutmus" gibi isimler sayardim yuksek sesle kendi kendime... Ne kadar cok kelime uydurursam, o kadar guclenirdim. Kendi hakkinda dedikodu yapan, tek bir cocuktum. Tek bir gunde yasayan, teke tek vurusan. Bendim iste, ne yapalim?
Arkadaslarima da soylerdim sikca: "Ne yapalim?" diye. Hayal kirikligina ugramasinlar, degisemezdim cunku, hep denesem de...Cok gulen, bir o kadar da aglayan; ciddi bakisli, baskalarinin deyimiyle biraz da "icli" bir kiz cocugu... "Isil soyle, Isil boyle" denildiginde basimi sallardim. Niyetim kabul ettirmekti goruneni. Goruntulerin gerceklik olduguna dair inancim hep tamdi.

Dil-ermeyi bekleyip yazdigim o gunleri yetiskinlige adim attigim su zamanlarda cok ozluyorum."Dil ermisi" on yasimdayken en sevdigim lafti. Idareten kullandigimiz gundelik kelimelerden sakinan bir "deli-dilli". Artik bir cok dilli. Turkce yazip, Almanca hayal eden biri.

"Oynak bilincinde ne dolaplar donuyor yine?" diye cigirirdi annem ara ara... Sessiz dunyalarin tam icine..Tum dolaplarin acildigi o odaya, siyah ve beyaz-geri donerdim.